Köyün bütün çocuklarına babaları bayramın bir hafta, on gün öncesinden tüm elbiselerini alırlardı. Elbiselerini alan çocuklar her gün birbirlerine gösterirlerdi, biri benimki daha güzel, diğeri yok benimki daha güzel diye bayrama kadar sürerdi bu durum. Ben tüm bu tartışmaları uzak bir köşeden izlerdim, aralarına girmekten utanırdım çünkü benim elbiselerim yoktu. Babam tüccardı kurbanlık satmaya uzak şehirlere, Antalya, Adana, Ankara, En çok da Tokat Turhal'a giderdi. Ben bayrama kadar boynum bükük yüreğimde bir hüzün ile dolaşırdım, köye gelen her arabayı gördüğümde heyecandan yüreğim ağzıma gelirdi, acaba içinde babam var mı? diye yolun üstünde beklerdim. Araba gelirdi inen yolculara bakardım ama babam yoktu içlerinde. Annem yoğun ev işlerinden dolayı agresif biriydi, ona babamın ne zaman geleceğini sormaya çekinirdim. Her gece umutla uyurdum, sabah uyandığımda babamın gelmediğini görünce içimi yine bir umutsuzluk bir hüzün sarardı. Bazen de patavatsız çocuklar,
"baban daha sana elbise almadı mı" dediklerinde bu hüzünüm büsbütün artardı.
Günler artık tükenmiş ve bayram gecesine geldiğimizde, köye gelen her aracı her yayayı pür dikkat izlerdim babama dair en ufak bir iz bir haber bile yoktu. Artık yol gözlemekten, beklemekten, heyecandan bedenim, ruhum yorgun düşerdi ve bütün umudumu kaybetmiş olarak ölüme yatar gibi başımı yastığa koyar yorgunluktan anında uyurdum. Sabah daha güneş doğmadan evde gürültüyle uyanırdım ses babamın sesiydi ama ben hâlâ rüya olduğunu sanıyordum. Gözlerimi açtığımda, bir de ne göreyim babam karşımda ve hemen yastığımın yanında yep yeni elbiselerim. babamla göz göze gelirdik, onu asla unutamam. Babam gözlerimden beni anlardı ve gülerdi. Ben de tüm çektiklerimi unutur onu affederdim. Ablamın yardımıyla yeni elbiselerim giyer kendimi deli gibi dışarı atardım, babamların camiden çıkmasıyla bayram başlardı. Çocuklar hemen etrafımı sarardı, ve yutkunarak elbiselerime dokunurlardı. Tabii gururdan, sevinçten içim içime sığmazdı. Sonrasında hep beraber deli gibi tek tek evleri dolaşır şeker toplardık. Her evin ayrı bir özelliği vardı bazılarının şekerleri iyiydi bazıları kötüydü, bazıları bisküvi verirdi. Bazı yaramaz çocuklar, kadının tepside getirdiği şekerleri avuçlardılar, bazıları tepsinin altına vururdu şekerler havada uçuşurdu biz de birbirimizi ezerek şekerleri toplardık kadın da bir yandan bize saydırırdı. bizim ev adeta cennet gibi olurdu. Sobanın üstünde fokur fokur kaynayan yemekler çaylar. evin önü, bahçemiz her yer pırıl pırıl olurdu ve insanların gelmesi beklenilirdi. Sonrasında birçok seneler geçti, derin bir uykuya daldık ve uyandığımızda hepimiz çok başka diyarlardaymışız, gördüklerimizin hepsi bir rüyaymış. Artık o köyden ve o günlerden çok uzaklardaymışız.
Yine de her şeye rağmen, ne mutlu yüreğinde hâlâ o güzel çocukluğu taşıyanlara.
Şairin dediği gibi;
"Cebimde bir adres;
Kaybolmuş çocukluğumu arıyorum sokak sokak.
Kimsesiz, yalın ayak yoksul çocukluğumu.
pişmanın büyümekten,
pişmanım insanları tanımaktan."