Karların içinde ölüme yatan genç doktorun haberini aldığımdan beri hissettiğim derin üzüntü, çoktan unuttuğumu sandığım anılarıma karışıyor.
Yanlışlarını henüz genç bir tıbbiyeliyken fark ettiğim bu düzenin, çarpık sağlık sisteminin, insanlıktan uzak Amerikan tıp sanayiinin yerli özentilerinin kurbanı gencecik hekimin -olası- katillerinin, hastanelerde, ameliyathanelerde cirit attığını, yüzlerce ve belki binlerce başka kurbanın kanını emmeye devam ettiğini bilmek ne acı!
Kendilerini “mavi kanlı aristokrat" addeden (bunu kulaklarımla duymuşluğum var), hekimliğin bir insanlık sanatı olduğundan bihaber bazı narsisistik ego manyaklarının, genç tıp ve uzmanlık öğrencilerini meslekten ve hayattan, halkı ise hekimlerden soğutmada oynadıkları önemli rol dehşet verici…
Yıllar önce çocuk cerrahisi asistanıyım.
İki yeni asistan doktor, 36 saatlik nöbetler tutuyoruz.
Yani sabah 7:30’da hastanedeyiz. Tam gün çalıştıktan sonra o gece hastanede kalıyor, sabaha kadar gelen acil hastalara müdahale ediyor, eğer şanslıysak 1-2 saat uyuyup ertesi gün yeniden ameliyata giriyoruz.
Akşam olup da son anda acil bir hasta gelmemişse eve gidiyor, sabahın köründe yeniden aynı döngüye geri dönüyoruz.
Üzerinden 37 yıl geçmiş olsa da, bir günü hiç unutmuyorum.
Ertesi gün yapılacak bir bağırsak ameliyatı için hastanın geceden hazırlanması, çocuğun bağırsaklarının temizlenmesi gerekiyor.
Bu görev hemşirenin ve biz asistanlar, süreci takip etmekten sorumluyuz.
Ben ve diğer asistan arkadaşım, tüm lavmanların sorunsuz şekilde yapıldığından eminiz.
Sabah çocuğa son bir kez lavman yapılıyor ve olmaması gerektiği halde bir miktar kaka çıkıyor.
Hoca bunu duyunca öfkeden çılgına dönüyor.
Bizi hastaların ve ebeveynlerinin bulunduğu odaların ortasındaki koridorda topluyor.
Baş asistanı çağırıyor ve avaz avaz haykırıyor:
“Söyle bunlara! Bundan sonra son lavmandan çıkan su, asistanların içeceği kıvamda olacak! Yoksa görürler günlerini!”
O an bu iğrenç haksızlığa duyduğum derin öfkeyle onu orada parçalamak istiyorum.
Üzerine yürüdüğüm sırada diğer asistan arkadaşım beyaz önlüğün kemerinden tutup beni geri çekiyor.
Ve sonra son lavmandan çıkanın, sabaha karşı annenin gizlice çocuğa bir şeyler yedirmesinden kaynaklandığı anlaşılıyor.
Ama o gün içimde çok şey ölüyor.
Ben bu genç doktor gibi yaşamdan değil, o alanda çalışmaktan vaz geçiyorum.
Üstelik hem devlet ihtisasta, hem de üniversitede çocuk cerrahisine kabul edilen ilk kadın doktor olmama rağmen!
Kendi ailem ve yakın çevremde de, cerrahi eğitiminde yaşanan korkunç mobingin, nasıl kişisel deformasyona, agresyona ve depresyona yol açtığının sayısız kereler şahidiyim.
Üniversite giriş sınavında ilk % bilmem kaç dilime girmek, salt zeki ve çalışkan olmak, hekim olmak için yeterli olmamalıdır!
Hekim olan kişinin her şeyden önce vicdana ihtiyacı vardır!
Vicdansız zekâ zalimdir, hele gücü ele geçirirse!
Gücü eline geçirmeye meraklı insanların maalesef büyük çoğunluğu, toksik narsisistik kişierdir.
Toksik narsisizm, psikopatiyle birçok ortak özellik taşır.
Baskı ve kontrolden, zulümden zevk alır.
Sadece tıpta değil, her alanda yöneticilerin büyük çoğunluğunun mobing uygulamaya yatkın olmasının sebebi bu kişilik yapısıdır.
Dr. Mustafa Yalçın kardeşim; çok üzgünüm.
Keşke böyle olmasaydı!
Lanet olsun bu çarpık düzene; hastayı hekime, hekimi hayata küstüren, dünyanın en güzel mesleğini mahveden anlayışa!
Gülümseyen berrak gözlerini toprak edenlere lanet olsun!
Lanet olsun!Dipçe: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görevli asistan doktor Mustafa Yalçın'ın ormanlık alanda ağaca bağladığı serum ile kendi damar yolundan narkoz ilacı alıp kendisini uyutup eksi 10 derecede ölüm uykusuna yattığı belirlendi.
Doç. Dr. Şafak Nakajima