deprem yüzünden yer çatlar ve hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılır. Bu yarığın içine inen meraklı çoban, orada altın bir yüzük bulur. Bu yüzüğü alır. Çobanlar ay sonunda
krala hesap vermek için toplanırlar ve Gyges toplantıya bu yüzükle gelir. Otururken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içine çevirir. Bunu yapar yapmaz 'görünmez' olur. Kendisi de dahil, orada bulunan herkes şaşırır. Yüzükle oynarken
taşı çevirince bu kez görünür olur. Böylece Gyges, yüzüğün tılsımını keşfeder:
'Yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünür kalıyor.'
Bunun üzerine aklınca bir plan yapar ve görünmez olarak saraya girer, sarayda kraliçeyi baştan çıkartır, onun yardımıyla kralı
öldürüp, kralın yerine geçer..."
Hikaye bu ya görünmez yüzüğün sahibi olma üzerinden, insanın doğası anlatılmaktadır. Öyle ki 'her istediğini korkmadan alabilmek, dilediğini yapabilmek, büyük bir güce erişmektir.Üstelik de kimse güç (yüzük) kendisini göstermediği için dürüst bilinecektir.
Böyle bir yüzüğe sahip olduğumuzda acaba biz ne yapardık?..
Artık yakalanıp ceza görme tehlikesi yoksa, her türlü sıkıntıdan uzak, yakalanma, ayıplanma, dışlanma korkusu olmadan her şeyi yapabilecek bir güce sahip olsak, hiç kimseye hesap verme endişesi taşımasak, ahlaklı olabilir veya ahlaklı kalabilir miydik?
Bu konuda Horner, Westacott'ın cevabı şöyle:
"Kimse mecbur olmasa ‘ahlâklı’ davranmaz!
O halde ahlâk oynamak zorunda olduğumuz çok gelişmiş, ince bir oyun, toplumda yaşamak için ödediğimiz bir fiyattır. Ahlak insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar
bütünü, güçlü olanı istediği şeyi yapmaktan engellemenin yoludur. Gerçekten güçlü
olanlar, beyinleri yıkanıp, suçluluk duygusu duymadıkça, istedikleri şeyi elde ederler. Gerçekten endişelenmeye değer tek bir kural var: O da sadece yakalanmamak!..”
Peki öyleyse ahlaklı olmanın farkı nedir?
Ahlak, hayata bir düzen/ölçü getirir ve bu ölçü, gücün kullanımını belirler. Ölçü 'adalet' yolunda 'hak' olarak kendini gösterir ve 'kanunla'
somutlaşır. Hak ve adalet, haddi aşıp ötesine el atmamak ve başkasına zarar vermemek üzere bir sınır çizer...
Platon, aynı kitapta, 'şeytanın avukatlığını' yaptırarak bir yerde şöyle der: “Haksızlıktan
şikâyet edenler, haksızlığa uğrayanlardır”(Devlet, 359). Eğer güçleri yetseydi, haksızlık etmek fırsatını bulan herkes, haksızlık ederdi...” (Devlet, 360).
Görüyoruz ki kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir şey sayıp, ardına düşmek, insanın doğasında olan bir şeydir...
İşte bizi haksızlıklardan alıkoyan, eşitlik duygusuna ve saygısına götüren şey, kanundur!
Devlet için kanun, her zaman kayıtsız ve şartsız gereklidir...