Evliya Çelebi, 17. yüzyılda yaşamış bir gezgin olarak bilinir. Yaşadığı dönem boyunca pek çok yeri gezmiş ve gezdiği yerlerde görüp dikkate değer bulduğu her şeyi kayıt altına almıştır. Dolayısıyla yaşamı ve kayıt altına aldıkları tarihin bir parçası olarak var olmuştur.
Evliya Çelebi’nin şahit olduğu olaylar, gezip gördüğü yerler ve keşifler 10 ciltlik ve toplam 4 bin sayfalık Seyahatname’de yer almaktadır. Osmanlı dönemine dair anlattığı vampir ve cadı hadiseleri de bir hayli dikkate değerdir.
Cadıların savaşı
Evliya Çelebi, Hatukay Çerkez diyarının Pedsi köyünde cadıların kendi aralarında tutuştuğu savaşa şahit olur. Tarih, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesidir. Ortalığın zifiri karanlık olduğu bir vakitte başlayan bu savaş yoğun gök gürültüsü ve şimşekler arasında başlayıp devam eder. Durumu iyice anlamak için Çerkezlere danışan Evliya Çelebi, “Vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar” cevabını alır. Ardından gördüğü bu manzaradan korkmaması ve temaşayı seyretmesi tavsiye edilir. Savaş altı saat sürer. Uzuvlar, et parçaları ve benzeri şeyler havada uçuşur. Yedi Abaza cadısıyla yedi Çerkez cadısı birbirlerine sarılı vaziyette yere düşerler. Nihayetinde Çerkez cadıları iki Abaza cadısını kanını emerek öldürürler ve cesedini ateşe atarlar. Horozların ötmesiyle birlikte gün aydınlanmaya başlar ve Çerkez cadıları orayı terk eder.
Evliya Çelebi, bu gibi hikayeler hakkında pek çok inkar olduğunu, fakat kendisiyle birlikte bu gibi olaylara şahitlik eden çokça insan bulunduğunu belirtir.
Kan içen zombiler
Yine aynı bölgede yaşanan insan kanı içen zombi hikayelerini de aktaran Evliya Çelebi, bölge halkından öğrendiğine göre karakancolos gecelerinde ortaya çıkan zombilerden bahseder. Bu zombiler geceleri ortaya çıkarlar ve musallat oldukları insanın kanını emerek hastalık bırakırlar. Bu gibi olaylar neticesinde halk, bir cadıcı ile birlikte kan içen zombinin çıktığı mezarı aramaya koyulur. Mezar bulunduğu zaman kazılır ve kan içmekten gözleri kan çanağına dönmüş olan zombi leşi dışarı çıkartılır ve göbeğine böğürtlen kazığı çakılarak ateşe atılır. Böylece hasta olan kişi eski sağlığına kavuşmuş olur.
Büyücü kadınlar
Evliya Çelebi, seyahatleri sırasında Bulgaristan’ın Çalıkkavak köyünde bir evde dinlenmektedir. O sırada içeriye saçları ve elbiseleri dağınık bir kadın girer ve yanan ateşin başına geçerek ısınmaya başlar. Bir yandan da kendi dilince küfürler savurmaktadır. Evliya Çelebi bu duruma anlam veremez. Evin dışındaki adamların kadını kızdırmış olabileceklerini düşünür fakat adamların cevabı “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” şeklinde olur. Biraz zaman sonra yedi çocuk gelip kadının etrafını sarar ve bu temaşa gece boyunca devam eder. Çıkan gürültüden uykusundan olan Çelebi, uyandığında kadının elindeki toza bir şeyler okuyarak çocukların üzerine serptiğini görür. O anda yedi çocuğun yedisi birden pilice dönüşerek ötüşmeye başlarlar. Bu durumu Evliya Çelebi şu sözlerle ifade eder:
“Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.”
Tatar Büyüsü
Bir tarih, Evliya Çelebi ve yanındaki yolcular Tatar vilayetinden İstanbul’a doğru dönerken Azak’tan ilerleyerek Kuban nehrini geçmek zorunda kalırlar. Karşıya geçebilecekleri bir gemi olmadığından nehir kenarında çadır kurup konaklamayı düşünürler. Ancak donmuş buz öylesine serttir ki kazık çakmakta epeyce güçlük çekerler. O sırada meydana gelen yoğun fırtına çadırlarını alt üst eder. Çelebi’nin yanında bulunan yolcular feryat figan içerisinde bağırıp sihre uğradıklarını söylerler. O an ki durumu Evliya Çelebi şu sözlerle aktarır:
“Ardından bir köse Kalmuk Tatarı çıka geldi ve Paşa’ya: ‘Paşa bana zararının dokunmayacağına yemin ver’ dedi. Paşa da Kuran’a el vurup yemi etti. Bunun üzerine Kalmuk: ‘Sultanım, sizin başınıza rüzgârı, kızıl kıyameti koparan, bu kadar arabaları, çadırları yere vuran bendim ki marifetimi size izâr edeyim istedim. İmdi, eğer bu nehri aşmak niyetindeyseniz, bana bir at, bir kürk ve yüz kuruş verin. Yine kızıl kıyamet koparıp ve bu suyu dondurup, buz hâline koyayım. Cümleniz selametle karşıya geçip, maksadınıza nail olasız” dedi. Bîçare Mehmet Paşa, ‘Bre medet, öyle olsun hadi!’ deyip, Kalmuk’un istedikleri verdirtti. Kalmuk, atını alıp, bir tarafa bağladı ve orman içine doğru yürüdü.”
Bunun üzerine Evliya Çelebi Kalmuk’un sihirlerini gizliden izlemeye koyulur. Gördükleri karşısında hayretini gizleyemez. En nihayetinde gök gürlemesiyle birlikte hava yeniden bozar, rüzgar esip şimşekler çakmaya başlar ve göl buz tutar. Paşa ve beraberindekiler buz tutan nehirden geçerek yollarına devam ederler.