Uzun seneler önce zorunlu nedenlerden dolayı çok uzak bir şehire göç ettik. Çocukluğumu arkadaşlarımı hatıralarımı ardımda bırakmıştım.
Yeni taşındığımız mahallede bir ev tuttuk. Babamın durumu iyi olduğu için bize bir ev almak için hemen aramalara başladı. Mahallede aylar geçtiği halde hiç arkadaşım yoktu, daha doğrusu komşularımızın bir sürü çocukları vardı fakat kimse benimle arkadaşlık yapmak istemiyordu. Herkes bize mesafeli davranıyordu ve konuşmuyordu. Arkadaşlarımı, eski günlerimi çok özlüyordum ve bu yüzden çoğu zaman gizli gizli ağlıyordum.
Hep yalnızdım, yalnız okula gider, yalnız gelirdim. Maç yapan çocukları hep uzaktan izlerdim. Çocukların da bana baktıklarını görürdüm, bazılarının üzüldüğünü hissederdim. Bizimle aynı sokakta oturan bir kız vardı. Çok güzel bir kızdı, benim gibi uzun boylu biriydi, upuzun siyah saçları ve kocaman kara gözleri vardı, yaşına göre büyük gösteriyordu. Çok ağır başlı, asil bir kızdı. Onu çok sevmiştim, sevgiden daha çok ona büyük bir saygı duyuyordum. Aynı okulda ve aynı sınıfta okuyorduk. Genelde beraber okula giderdik ama birbirimizden uzak yürürdük, onun da benim gibi çok utangaç biri olduğunu farketmiştim. Okulda sınıfta ona hiç bakamazdım. Fakat bazen bana bakarken yakalardım bakışlarını, farkettiğim anda hemen başını öne eğerdi.
O zamanlarda her şey çok ilkeldi okullarda dayak vardı merhamet yoktu.
Yusuf adında acımasız bir öğretmenimiz vardı. Bir gün, Asuman'ı tahtaya kaldırdı ve yazdığı bir matematik problemini çözmesini istedi. Soru çok zordu ve maalesef Asuman çözemedi ve kafasını öne eğdi durdu. Öğretmen çok sinirlendi, "çözeceksin" dedi. Asuman, tek kelime etmiyordu. Asuman'ın sustuğunu görünce yerinden sinirle kalkarak yanına geldi bağırdı ve Asumanın kafasını iki kez tahtaya vurdu. Asuman yine kafasını öne eğdi, fakat gözlerinden yaşlar süzüldüğünü gördüm. Onu öyle görünce yüreğimin burkulduğunu hissediyordum.
Öğretmen bize dönerek;
"Kim bu problemi çözecek" dedi.
Sınıfta çıt yok.
Ben çok zekiydim ve en iyi olduğum ders matematikti, biraz da Asuman'ı kurtarmak düşüncesiyle elimi kaldırdım. "Gel oğlum" dedi.
Gittim problemi çözdüm tebeşiri bıraktım.
"Aferin oğlum" dedi ve ekledi
Asuman'ı göstererek;
"Şimdi buna bir tokat at" dedi.
Ben utancımdan başımı önüme eğip durdum. Öğretmen tekrar etti..
Bir kez dedi, iki kez, üç kez tekrar etti,
"Oğlum sana vur diyorum" dedi.
Ben çok utanıyor kafamı kaldırmıyordum. Öğretmen vurmayacağımdan emin olunca çok sinirlendi ve ensemden tutarak kafamı sertçe tahtaya vurdu...
Vurunca burnumdan kan geldi.
Kan gelince bana mendilini verdi burnumu sildim.
"Git yüzünü yıka, sonra eve git." dedi.
O günden sonra matemetikten nefret ettim.
Eve giderken yol üstünde bir çeşme vardı orda yüzümü yıkadım üstümü sildim. Yüzümü yıkarken biraz geride birinin olduğunu farkettim..
Döndüm baktım, Asuman..
Benden on metre kadar geride duruyor ve başı önde.. Ona baktığımı görünce o da başını kaldırıp bana baktı mahçup bir bakışla..
Eve doğru yürümeye başladım..
O da arkamdan, uzun saçları yüzüne dökülmüş başı önde geliyordu. Eve gittiğimde annemler üstümdeki lekeleri görünce ne olduğunu sorunca, ben de "Maç yaptık, düştüm."
dedim konuyu kapattım.
Asuman'ı düşünmek bana her şeyi unutturuyordu. Ondan uzak kalmak hayatı çok anlamsız kılıyordu.
Evde, okulda, tatillerde hep yalnızdım. Tek arkadaşım kitaplarımdı, gece gündüz kitap okuyor ve Asuman'ı düşünüyordum.
Bir gün akşam vakti hava henüz kararmaya başlamıştı eve dönüyordum. sokağın başında bir çığlık duydum baktım, birkaç serseri Asuman'ın etrafını sarmış, laf atıyor, saçına el uzatmaya çalışıyor.. Görünce kan beynime sıçradı, hızla aralarına daldım. Birini düşürdüm, Asuman eve doğru koşarak kayboldu. Diğerleri üstüme çullandı, iki kişi beni tuttuyor diğerleri vuruyorlardı, beni çok dövdüler. Gömleğim, ağzım yüzüm kan içinde kaldı. Babamlar ve birkaç kişinin sesleri geldi, beni bırakıp kaçtılar. Babam beni hastaneye götürdü. Burnumun kırıldığını öğrendim. Pansuman yaptılar, bir hafta evde yattım. Babamlara haberin Asuman'ın verdiğini öğrendim. Evde oturmaktan sıkılıyordum, bazen pencereden bazen balkondan dışarıyı izliyordum, tabi Asuman'ların evine de bakıyordum. Bazen Asuman'ın evlerine bakarken, ince tül perdenin arkasından bana baktığını görüyordum. O zaman tüm acılarımı unutuyordum.
Bir akşam babam, bir ev aldığını bir iki güne taşınacağımızı söyledi.
Aldığı ev oturduğumuz semtten çok uzaktaydı. Asuman'dan ayrılmak bana ölüm gibi geliyordu, boğazıma bir şey düğümleniyor boğulacak gibi oluyordum. Yemek yiyemiyor kimseyle konuşmuyor, hayata küsmüştüm. Zaman su gibi geçti, kamyon geldi eşyalarımızı yükleyip mahalleden ayrıldık. Kardeşlerimle kamyonun kasasına binmiştim. Kamyon hareket edince Asuman'ın perdenin arkasında ağladığını görüyordum.
Gözyaşları içime akıyordu sanki. Kamyon mahalleden hızla uzaklaşırken Cengiz Aytmatov'un dediği gibi;
"Yüreğimin yarısını orada bırakmıştım."
Yeni taşındığımız mahallede benim için hiçbir şeyin anlamı yoktu.
Aklım hep Asuman'daydı acaba durumu nasıl, ne yapıyor?
Bir hafta sonra artık dayanamadım eski mahalleye binbir zahmetle gittim. Bir yandan Asuman'ın beni görmesini istiyor bir yandan istemiyordum. Beni görürse kendimi ele vermiş gibi hissediyordum. İçimde büyük bir heyecanla eski mahalleye gittim, köşe bucak saklanarak Asuman'ı aradım. Evlerine uzaktan baktım fakat göremedim akşam çökerken çok üzgün bir halde eve geri döndüm. Birkaç kez daha gittim yine göremedim. En son gittiğimde artık bu kez de göreceğimden umudu kesmiş dönüyordum yol üstündeki semt pazarından geçiyordum, o kalabalığın içinde onunla karşılaştım. Annesiyle eve gidiyordu. Yine çok güzel yine öyle asil, başı önde yürüyordu. Kalbim bir kuş gibi çırpınıyordu. Bir zamanlar arkamdan yürüdüğü gibi ben de onun arkasından yürüdüm sokağın başına kadar fakat beni görmedi. İçim içimi yerken utancımdan bir şey demeden, keder içinde geri döndüm. Aradan çok geçmeden celp kağıdım geldi, askere gitmek zorunda kaldım. İki yıl askerlik yaptıktan sonra döndüm. Asuman'ı bir gün bile unutmamış ona olan hasretim dahada büyümüştü. Onu hemen görmeliydim. Onu görmek ve karşısına çıkıp bir daha asla bırakmayacağımı söylemek istiyordum. Büyük bir sevinçle gittim.. Mahallenin terkedilmiş harabe olmuş bir havası vardı sanki. Yüreğimde tarifsiz duygularla bizim eski sokağa girdim. Artık deli gibi Asuman'ı arıyor onu soruyordum. Nihayetinde bana yüreğimi dağlayan haberi komşuları olan bir kadın verdi;
"Asuman'ı evlendirdiler
Zengin bir adamla zorla evlendirdiler
Erzincan'a gelin gitti Asuman."
Aradan birçok seneler geçse de ne zaman Ahmet Muhip Dranas'ın
Fahriye Abla şiirini okusam ve son mısralarına geldiğimde hatırlarım Asuman'ı ve gözlerimden yaşlar süzülür.
"Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla."
Abdulbaki Bingöl✒