İnsan beyninin, bilgi oluşturmaya önem veren bir yapısallaşması vardır. İnsanlığın hangi zamanda ne tür bilgilere ulaştığı,
http://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/5937e34256cf4e5_ek.pdf?dergi=JEOLOJ%DD+M%DCHEND%DDSL%DD%D0%DD+DERG%DDS%DD adresli yayında görülebilir.
İnsanların bilgisi arttıkça, doğanın uçsuz bucaksız olduğunu, onun yanda kendisinin ne kadar küçük ve zayıf olduğunu görür.
Doğadaki etkileyici – yönlendirici güç sistemini STATİK, yani sabit ve değişmez yasalara uygun hareket eden bir güçler sistemi olarak gören atalarımız, kendisinin zayıf ve küçük olduğunu hissederken, o dev doğa makinesini kontrol eden varlıkları çok büyük ve güçlü sanmaktadır!
Halbuki doğa dev gibi büyük doğa makinelerince değil, kuantsal sistem denilen atom-altı-öğeler dünyasınca yönlendirilmektedir.
Gerek toplumsallaşmayı ilk başlatan Sümer, gerekse Eflatun gibi felsefi düşüncelerin ilk temellerinin atıldığı belgelerde, 10-11 bin yıl öncelerinin insanlarının iki farklı insan tipinden söz ettikleri görülür; Biri sıradan insanlar, diğeri kutsal veya tanrı-insanlar.
Hatta Sümer belgelerinde, sıradan insanların Tanrı-insanlara hizmet etmek için yaratıldıkları yazılıdır. Bu inanç 1-2 bin yıl öncelerine kadar insanlar aleminde egemen olmuştur.
Kutsal veya tanrı-insanlar, doğa-üstü güçlere sahiptirler, insanlar zorluklarla karşılaştıklarında, bu kutsal kişilere yalvararak sorunlarının çözümünü beklerler.
Eski çağlardaki krallar genellikle aynı zamanda rahip olarak görülmüşlerdir. O çağlarda bir kralın çevresindeki kutsallık aylası hiç de boş bir söz değil, ciddi bir inancın ifadesiydi. Krallar, birçok durumda yalnızca rahip olarak değil, yani insanla tanrı arasında bir aracı olarak değil, genellikle insanın elinin uzanamayacağı bir yerde olduğu varsayılan ve ancak insanüstü ve görünmez varlıklara sunulan dua ve kurbanlarla ulaşılabilen iyilikleri kullarına ve kendine tapınanlara verebilecek TANRILAR olarak saygı görürlerdi.
Dolayısıyla tanrılardan, mevsimi gelince yağmuru yağdırması, güneşi açtırması, ürünü olgunlaştırması vb. beklenirdi.
Bir yabanıla göre, dünya çoğunlukla doğaüstü güçlerce, yani tepilere ve nedenlere kendi malıymış gibi hükmedebilen; kendisi gibi, acımalarına, korkularına ve umutlarına başvurulardan etkilenebilen kişisel varlıklarca yönetilir. Dualar, söz vermeler ya da korkutmalar, kendisine tanrılardan iyi hava ve bol ürün sağlayabilir; ve kimi zaman inandığı gibi, bir tanrı kendi kişiliğinde bedenleşecek olursa, o zaman daha yüksek bir güce başvuru gereksinimi duymaz; o, yani yabanıl, kendi mutluluğunu, yakınlarının mutluluğunu daha da ileri götürmek için gerekli bütün güçlere sahiptir.
İlkel insanda, tinsel güçlerle dolu bir dünya görüşüyle yan yana, bir başka kavram daha vardır: çağdaş doğa yasası kavramının, ya 'da doğayı hiç değişmeyen bir düzen içinde, kişinin karışması olmaksızın gelişen olaylar dizisi olarak alan görüşün ilk' tohumunu bu kavramda bulabiliyoruz. Sözünü ettiğim tohum, çoğu boşinan dizgelerinde büyük bir rol oynayan, duygusal büyü diyebileceğimiz şeyde bulunmaktadır. Duygusal büyünün ilkelerinden biri, herhangi bir etki, onu taklit ederek elde edilebilir ilkesidir. Birkaç örnek verelim buna. Eğer birini öldürmek istiyorsanız onun bir imgesini yaratır ve yok edersiniz; insanın, kişiyle onun imgesi arasındaki yakınlık (sempati) yoluyla, imgeye yapılan zararı sanki kendi bedenine yapılmış gibi hissettiği ne ve imge yok edilirse kendisinin de aynı zamanda yok olması gerektiğine inanılır.
Fas'ta, ayağına kırmızı bir paketçik bağlanmış bir kümes hayvanı ya da güvercin görürsünüz bazan. Paketçiğin içinde büyü vardır, büyü kuş tarafından devamlı oradan oraya götürülünce, büyü yapılan erkek ya da kadının kafasında da devamlı bir huzursuzluğun olacağına inanılır.
Kamboçya’lı bir balıkçı ağlarını atıp topladığında hiçbir şey yakalayamca, çırılçıplak soyunur, biraz uzaklaşır oradan, dönüşte sanki görmemiş gibi ağının üzerinde dolaşır, bilerek yakalanır ağlara ve bağırmaya başlar, "Hey! Nedir bu? Yoksa ağa mı yakalandım?" Bundan sonra ağ balık kaçırmayacaktır artık.
Sumatra’nın iç bölgelerinde pirinç kadınlar tarafından ekilir; kadınlar pirinci ekerken saplar kalın ve sağlam olsun, bol ürün taşısın dıye saçlarını sırtlarına upuzun bırakırlar.
Bir insanla saçı ya da tırnağı gibi onun bedeninden kesilmiş, koparılmış bir şey arasında büyülü bir yakınlığın bulunduğuna inanılır; o kadar ki bu saçı ya da tırnağı eline geçiren kişi, bunların kesildiği kişi üzerinde ne kadar uzakta olursa olsun, iradesini kullanabilir. Bu boşinan bütün dünyada yaygındır. Dahası, söz konusu yakınlık dostlar ve akrabalar arasında da vardır özellikle zor zamanlarda. Dostları balıkta, avda ya da savaştayken geride kalmış kimselerin nasıl davranacağını düzenleyen ayrıntılı kurallar buna dayanır. Evde kalan kimse bu .kuralları bozarsa, uzaktaki kişinin başına, kuralın bozulma biçimine bağlı olarak kötü bir şey geleceğine inanılır. Bu yüzden de, Laos'ta bir fıl avcısJ ava çıkarken, karısına kendisi yokken saçını kesmemesini ya da bedenini yağlamamasını tembih eder; çünkü eğer saçım keserse fıl ağları koparacak bedenini yağlarsa ağların içinden sıyrılıp kaçacak demektir.
Alıntı