Ömer çok iyi anlaşıyordu ablasıyla . Aralarında 3 yaş fark olduğu için birlikte büyümüşler , bir çok şeyi birlikte yapmışlar ve birlikte oyunlar oynamışlardı.Neredeyse hiç birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Ancak son dönemlerde ablası çok hastaydı ve Ömer için kötü günler de başlamıştı. Ablasına Lösemi teşhisi konmuştu ve tedavi sürecinde uzak kalmışlardı. Ömer ablasına çok üzülüyor bir yandan da okula gidip geliyordu. Hastanede en son ziyarete gittiğinde ablası Merak etme kardeşim ben iyiyim demiş ve sımsıkı sağ elini tutmuştu. Ömer ağlayarak Hastane odasından çıkmış ablasının o halini görmeye dayanamamıştı.
1998 yılının soğuk ve yağmurlu bir sonbahar akşamı Ömer okuldan dönerken Evlerinin önündeki kalabalığı görünce hayatın en acımasız gerçeğiyle yüz yüze gelmişti. Ablam , canım ablam diyerek koştu eve. Herkes ağlıyordu ve O an kimse Ömer'i fark edecek durumda da değildi. Hıçkırıklarını duyan teyzesi elinden tutup ablan Melek oldu oğlum, artık o cennette deyince Ömer artık bu dünyada yapa yalnız kaldığını hissetti ve hep birlikte zaman geçirdikleri, birlikte eğlendikleri Sakarya Nehri'nin kıyısında aldığı soluğu. Beni bırakma ablacım ne olur geri dön diye saatlerce ağladı. Maalesef ki sonsuz bir yolculuğa çıkmıştı ablası ve Ömer de bunun biliyordu. . Annesi, babası çok üzülüyordu kızlarının ölümüne. Her ne kadar Ömer'e hissettirmeye çalışsalar da Ömer bu zor durumun çok net farkındaydı. Ömer yağmur, kar , kış demeden her gün okul çıkışı Ablasının Mezarına uğruyor, dua ediyor oradan da Sakarya nehrinin kıyısına iniyordu. O kış çok zor geçti Ömer ve ailesi için.
Yaz gelmişti ve Ömer başarısız bir okul dönemi geçirmişti. Ailesinin de maddi durumu iyi değildi. Ömer bunu da bildiği için evlerine yakın bir fırından her sabah saat 4 gibi yeni pişmiş simitleri alıyor ve gün içinde onlar satıyordu. Simitleri sattıktan sonra ablasının mezarına uğruyor , mezarının üstüne sarılıyor , dualar ediyor, ablasının toprağını avuçluyor ve oradaki bir kaynak suyundan aldığı suyla çiçekleri suluyordu. Mezarlığa gittikten sonra akşam saatlerine kadar hatta bir çok zaman da karanlık oluncaya dek Sakarya Nehri'nin kıyısında birlikte oynadıkları oyunları, uçurdukları uçurtmaları, kurdukları çadırları, yardım ettikleri hayvanları, topladıkları çiçekleri , mantarları düşünüyordu. Sakarya Nehrinin yanındaki bir ağacın üstüne yaptıkları ağaç evi hatırladı. O evde ablasının ona anlattığı masalları, hikayeleri hatırlamıştı. Ablası öldükten kısa bir süre sonra rüyasında ablasını görmüş ve Ömer geceleri gökyüzüne bak ve gökyüzünde ki yıldızlar ne kadar parlaksa ben sana o kadar yakınım eğer yıldız yoksa , hava bulutluysa bil ki bende uyumuşum demektir demişti. Ömer O yüzden çoğu zaman karanlığa kalır yıldızları izler , yıldızların parlak olduğu akşamlar çok daha mutlu eve dönerdi.
16 Ağustos günü daha sabah saatlerinden itibaren çok sıcak bir hava vardı. Sabah erkenden Ömer Simitleri satmış hemen ardından mezarlığa koşmuştu. Ancak çok garip bir şekilde ablasının mezarında bulunan toprağın üstünde her zamandan farklı bir şekilde binlerce karıncayla karşılaşınca oldukça şaşırdı . Pek bir anlam veremese de hem karıncaları kovalamak hem de çiçekleri sulamak için biraz ilerideki kaynak suyundan su almaya gidince şaşkınlığı daha da arttı. Çünkü her zaman buz gibi akan o su ılık akıyordu. Bu duruma olan şaşkınlığı yine ablasıyla olan hatıralarının aklının gelmesiyle çokta uzun sürmedi. 17 Ağustos gecesi Ömer'i uyku tutmadı hiç, saat 2 gibi uyandı ve anne ve babasına çaktırmadan kendisini dışarı attı. Simitlerin pişmesine daha 2 saat vardı ve biraz bahçede dolaşmaya başladı.. Dışarıya çıktığında şöyle bir gökyüzüne baktığında gözlerine inanamadı. Yıldızlar hayatında görmediği kadar çok parlak ve yakındı. Hemen rüyası geldi aklında. Çok mutlu olmuştu. Gökyüzüne baka baka Bahçede dolaştı ve saat 3 e biraz kala fırına geldi. Fırın 5 katlı biraz eskice bir apartmanın zemin katındaydı. Ustası saat 4 e kadar ekmek ve simitleri pişirir ve dağıtıma hazır hale getirirdi. Ömer bu sabah erken gelmişti içeriye girdi ve beklemeye başladı. Saat 3'ü biraz geçmişti ki tam uykuya dalar gibi olmuşken önce her yerin bir anda sanki bir patlama olmuş gibi aydınlandığını gördü ve o an büyük bir sarsıntı ve gürültüyle sağa sola savrulmaya başlamıştı. Ayakta duramıyordu ve bir anda zifiri bir karanlığa gömüldü her yer. Gözlerini açtığında üzerinde tonlarca ağırlığın olduğunu ve hiç bir şeyi göremediği farketti. Çok korkmuştu .Hiç bir yere kıpırdayamıyor , hiç bir şey görmüyor ve sesini hiç kimseye duyuramıyordu. Annemmm, babamm diye bağırdıkça, bağırıyor ama onu kimse duymuyordu. Bu korkuyla bir baygınlık geçirdi. Yeniden ayıldığında durumunda hiç bir fark yoktu. Ömer çok yalnız ve çok çaresizdi. Öldüm sanırım dedi büyük bir panikle ama ölümü böyle anlatmamışlardı yok yok ölmedim diyerek kendini teselli etti. Titremeye başlamıştı . Hava çok sıcaktı ama üşüyordu. Sürekli ağlıyor ve annecim , babacım nerede diye çok merak ediyordu. Sonra birden ablası geldi aklına ve Ablacım, ablacım neredesin diye bağırdı son gücüyle .Sana çok ihtiyacım var.. İşte o an başına bir el dokundu o ölüm deliğinde. Buradayım Ömercim dedi. Geldim merak etme korkma .. Ömer şaşkınlıkla abla sen misin? neredesin, nerelerdeydin? diye ağlayarak sordu. Buradayım kuzum dedi . Ver sağ elini bana dedi. Sağ elini sımsıkı tuttu. Elini avucunu sarmaladı iyice. Sakın korkma dedi yanındayım. Ablacım yanımdasın değil mi? diye fısıldayarak konuşabildi o son gücünle?? Seni çok özledim abla. Ne mutluyduk Nenden beni bıraktın gittin deyince ablası ben hep yanındayım . hep yanındaydım canım kardeşim dedi . Ömer mutluluktan ağlamaya başladı. Sağ elinle ablasının elini sımsıkı tuttu yeniden. Ablası canım kardeşim hadi şimdi Sakarya nehrinin yanına gidelim kapa gözlerini yine orada koşacağız, çiçek toplayacağız, ağaç evimizde evcilik oynayacağız dedi. Ömer çok mutluydu . Tamam ablacım birlikte gidelim dedi. Öyle bir koştular öyle bir eğlendiler ki. Ömer dünyanın en mutlu çocuğuydu. Ablası Ömer'e öyle güzel hikayeler anlattı ki Ömer gözlerini kapattı ve adeta hepsini adeta yaşadı. Sen çok iyi bir öğretmen olacaksın ve sende öğrencilerine böyle hikayeler anlatacaksın dedi. Sonrada Ömer'e yaklaştı ablası Ömercim gece oldu hadi dönelim artık dedi. Tuttu sağ elini ve bir anda her yer karardı. Ömer dedi şimdi senden bir şey isteyeceğim. Sen çok güçlü bir çocuksun biliyorum. Bu güzel elini hiç bırakmamak için onu yanımda götüreceğim. Hep tutacak mısın peki abla diye sorunca Ömer,ablası gülümseyerek evet hiç bırakmayacağım ve sende hep bunu bileceksin. Elin hep benimle olacak diye cevapladı. Sarıldı Ömer ablasına. Bir anda ablasının sesinin yerini Sesimi duyan var mı diye bir ses aldı. Ses yeniden tekrarlandı? Sesimi duyan var mı? Ömer in abla abla seslerini duyan Kurtarma Ekibi Ömer'i ağır molozların arasından kurtarmıştı. Ömer'in sağ kolu kalın bir kirişin altında kalmış ve mecburen orada kesilmek zorunda kalınmıştı. Ömer ise gülümsüyordu bu olanlara rağmen çünkü ablasını görmüş , sağ elini de ablasına teslim etmişti. Ablam elimi asla bırakmayacak artık diyordu.
Ömer fırının olduğu apartmanın altında kalmış ve 3 gün sonra çıkmıştı. Anne ve babası depremde hasar almadan kurtulmuştu. Ömer annesi ve babasına da kavuşmuştu. Ömer Şimdi şimdi 32 yaşında ve çok iyi bir öğretmen oldu. Öğrencileri onu çok seviyor . Ona öğretmenim kolunuza ne oldu dediklerim de hep gülümseyerek çok emin bir yerde kolum merak etmeyin ve ben onun sayesinde sizinle birlikteyim sizlere bu eğitimi verebiliyorum diyor. ablasına vermiş olduğu sözü de tutmuş olmanın gururunu yaşıyordu. ...
1999 Depreminde binlerce Ömer enkaz altında kaldı ve bir kısmı Ömer gibi şanslı iken bir çoğuda maalesef kurtarılamadı. Bu yazımı o depremde Ömerlerini kaybetmiş binlerce aile itafen yazdım. Ben o depremi ve yaşanılanları hiç unutmadım.
Ozan Deniz