Gerçeği söylemek gerekirse taşınmazların iyilerini kendime alıp kötülerini abime bırakmayı düşünüyordum. Çünkü evlendiğimiz zaman babam abimin düğününe yardım etmiş, eşyalarını almıştı. Bana ise “sen uyanıksın kendin halledersin“ diyerek yardım etmemişti.
Bu haksızlığı mal paylaşımı yaparken telafi etmeyi düşünüyordum. Tapu gününde abim benim yaptığım taksime güvenip araştırma yapmayarak imzayı attı. Kamulaştırma yapılacak yerler onda kalmıştı. Kamulaştırma süreci uzun sürdüğü ve değerinden az fiyat biçildiği için o yerleri abime vermiştim.Kamulaştırma mahkemelerine git gel parası bile arazi değerlerinden fazla tutacaktı hesabıma göre. Ama atladığım bir husus vardı. Kamulaştırma kanunu değişmiş, artık anlaşanlara yüksek para ödüyorlardı. Devlet abimin hesabına arazilerinden yüksek bir para yatırdı. Gerisini de üçe beşe bakmadan emlakçının birisine sattı abim. Ben ise tarlaları parça parça satmak zorunda kaldım. Çünkü tarlaların hepsini alacak devlet gibi ensesi kalın bir müşteri bulmak zordu. Tarlaları bölük pörçük sattım, yarı parası da gel git masrafına gitti. Halbuki abim tarla parasıyla iyi bir yatırım yapmıştı.
Bir keresinde abimle sohbet ediyorduk. Ona “güya uyanık olanımız benim, halbuki sen daha çok zengin oldun” dedim. Bana ibretlik bir cevap verdi:
– “Başarının ölçüsü zenginlik değil ki. Çevrene hoş bir seda bırakabilirsen, kulluğunu layıkıyla yapabilirsen asıl başarı o.Sen doğru olduktan sonra işlerinde doğru olur. Gelmişim 71 yaşına, şimdiye kadar kazandım, bundan sonra ne işe yarayacak? Üç beş sene sonra geriye sadece m-ezar taşı kalacak..”